Ana Sayfa Üye ol Yorumlar Facebook Üye Girişi

z-arama-motoru(site-ici)-1

Huşu Nedir

Huşû, saygı duyarak Allah Teâlâ’nın huzurunda boyun eğmek, emir ve yasaklarına hassasiyetle uymak anlamına gelir. Râgıb, huşû’u, tazarru/tezellül şeklinde açıklar ve genellikle saygı hissi kulun kalbinde olursa, zaraat/tazarru’, bu his bedene ve organlara yansırsa huşû’ adını alır, der. (el-Müfredat, 148/295) Kuşeyrî, huşû’ ve tevazu konusunu aynı başlık altında inceler, huşû’u, “Hakk’a boyun eğmek”, tevazuu ise, “Hakk’a teslim olup hükümlerine itiraz etmemek.” şeklinde tarif eder. Ayrıca şu tarifi de nakleder: “Huşû’, büyük bir saygıyla kalbin Hakk Teâlâ’nın huzurunda duruşudur.” (Risâle, 339) Hasan Basri’ye göre huşû’, sürekli olarak kalpte bulunan ve ondan hiç ayrılmayan korku/heybet hissidir. Cüneyd-i Bağdadi’ye göre huşû’, “Gaybleri bilen karşısında gönüllerde yer eden tezellül/tevazu hissidir.” (Risale, 339; S. Ş. Cürcani, Târifat, 88; Atar, Tezkire, 46) Aslında, huşû’ ve hudû’, kulun, Mevlâ’sına karşı kalbinde duyduğu samîmi ve derin bir saygı hissi olup, bunun etkileri bedene yansır. Bir kölenin efendisinin huzurunda boynunu büküp elpençe ve hazırol vaziyetinde duruşu huşû’dur. Eğer, bu duruş sun’î ve gösterişten ibaret olmayıp, samîmi ve ciddî ise buna huşû’ ve hudû’ derler. Bazen bu hâlin kalble ilgili kısmına huşû’, beden ve uzuvlarla ilgili kısmına ise huşû’/tazarru denir. Aslolan kalbte bulunan huşû’dur. Bundan dolayı meşayih, “Huşû’un mahalli kalptir.” diye ittifak etmiştir. (Risale, 339) Kalpte mevcut huşû’ hali/hissi çoğu zaman bedene de yansıtıldığından bu hissin bedendeki yansımalarına ve tezahürlerine de huşû’ denilmiştir. Bu, bir şeyi belirtileri ve etkileriyle isimlendirme türünden bir adlandırmadır. Huşû’, insanın yaratıcısına karşı hissettiği; büyük, derin, devamlı ve etkin bir saygı hissidir, kulluk bilincinin tezâhürüdür. Rabb Teâlâ, ne kadar yüce ise kul da o nisbette zelil, zavallı ve aciz bir mahluktur. Mevlâ baki, kul fânîdir. Bir anlamda O hep, bu hiçtir. Rabb’ı karşısında namazda kulun yerlere kapanarak alnını toprağa koyması işte bu mânevî ve ulvî hali simgeler. Bu, “Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet ve kulluk et.” şeklinde tarif edilen “ihsan” halidir. Kul, boynunu bükerek Mevlâ’sı karşısında ihlâslı bir şekilde ne kadar alçalırsa O’nun katında o kadar yükselir, değer ve şeref kazanır. Bundan dolayı, kulun Hakk Teâlâ’ya en yakın olduğu an, başı secdede ve alnı toprakta olduğu zamandır. (bkz, Müslim, Salat, 215) Ünlü halife Ömer b. Abdülaziz’in toprak üzerine secde etmeyi âdet hâline getirmesinin sebebi budur. Huşû’ ve hudû’, bir mânevî histir, bir gönül halidir. Bunun işaret ve belirtileri bedende görülebilir. Bu hal, çok önemli ve değerli olduğundan bazı kimseler itibar kazanmak için içlerinde bu his bulunmadığı halde varmış gibi davranır ve insanları yanıltırlar. Bu alan, riyaya ve ikiyüzlülüğe açıktır. Bunun için, sûfiler bu konuda mensuplarını sık sık uyarırlar. “Huşû’, kalptedir.” sözü, huşû’ sahibi olmadığı halde huşû’ sahibi imiş gibi davranış sergileyen mukallidlerden ve riyakârlardan sakınan, anlamına gelir. Huşû’ kalptedir ve öyle olunca da kimin gerçek huşû’ ehli hâşî’ olduğu nereden bilinecek sorusunun cevabı şudur: Bu hissin bilinmesi şart değil, bilinmemesi daha iyidir, bunu Mevlâ bilsin yeter. Bununla beraber bir gönül hali olan huşû’n bir takım belirtileri ve işaretleri de yok değildir. Sûfîlerden biri, devamlı olarak önüne bakan, omuzlarını birbirine yaklaştıran, üzerine hüzün çöken, ezilen-büzülen, zavallı görünümü olan birini görünce, eliyle göğsüne işaret edip demiş ki: “Be adam! Huşû’ orada değil, işte buradadır.” (Kuşeyri, Risâle, 340) Bununla beraber, huşû’ sahibinin bazı alâmetleri var demiştik. Hz. Peygamber (s.a.v.), namazda iken sakalıyla oynayan birini görmüş ve, “Kalbinde huşû’ olsaydı bedenine ve organlarına yansırdı.” demişti. (Kuşeyri, 340) Namaz kılan bir kişinin etrafına bakması, eliyle bir yerini kaşıması veya elbisesini düzeltmesi, kalbinde huşû’ bulunmadığının bir işareti sayılabilir. Bütün rûhunu ve gönlünü Mevlâ’sına verip zihninde O’ndan başkasına yer vermeyen bir kulda bu tür durumlar görülmez. Huşû’ sahibi kul, halim-selim ve vakarlıdır, herhangi bir hususta kızdırıldığı veya muhalefet edildiği veyahut da talebi reddedildiği zaman hiddete kapılmaz, ağırbaşlılığını ve ciddiyetini bozmaz, sert tepkiler vermez, bu tür şeyleri hazmeder, tahammül gösterir. Huşû’ ve hudû’ sahipleri Allah Teâlâ ve Rasûl (s.a.v.)’ü tarafından öğülmüştür. “Allah’ın yeryüzünde vakarla yürüyen kulları vardır.” (Furkan, 25/63) meâlindeki âyette geçen hevn/vakar huşû’ olarak yorumlanmıştır. Allah Teâlâ’ya duyulan derin saygı hissinden kaynaklanan huşû’, mü’minin ayırt edici niteliğidir. Hafif meşreb ve ciddiyetsiz olmamak, ağır başlı ve ciddî olmak huşû’un işaretlerindendir. Huşû’ ve hudû’, mü’minlerin günlük hayatlarında ve her alanda görülmesi gereken dinî ve ahlâkî erdemdir. Fakat namaz ve hac gibi ibadetlerde bu erdem daha fazla önem kazanır. Yüce Allah, “Mü’minler için Allah’ın ismini gönülden, saygıyla zikretme zamanı gelmedi mi?” (Hadid, 57/16) buyuruyor ve heybetini gönülde hissederek Hakk’ı zikretmenin önemini vurguluyor. Ehl-i kitaptan olup da Hz. Peygamber (s.a.v.)’e indirilene iman eden huşû’ sahiplerinin Allah’ın âyetlerini ucuza satmadıklarını bildiriyor. (Âl-i İmran, 3/199) Kur’an’da, “hâşî’ ve hâşia” denilen huşû’ sahibi erkekler ve hanımlar övülüyor. (Ahzab, 33/35) Yüce Allah, “Huşû’ sahibi mü’minlerin kurtuluşa erdikleri muhakkaktır.” (Mü’minûn, 23/2) buyuruyor ve, “Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım istemek, huşû’ sahiplerinden başkasına zor gelir.” (Bakara, 2/45) diyor. İmam Gazali, huşû’ ve huzur ile namaz kılmanın, bu ibadetin şartı olduğunu ifade ediyor. (İhya, I, 165) Cenâb-ı Hakk, “Beni zikr için namaz kıl.” (Tâ-Hâ, 20/14) Namazda Hakk’tan gâfil olmamak ve O’nu saygıyla anarak namaz kılmak gerekir. Hadiste, “Namaz, sükûnet ve tevazudan, yani huşû’ ve hudû’dan ibarettir.”, “Nice namaz kılanlar vardır ki, yorgunluktan ve argınlıktan başka bir şey ellerine geçmez.”, “Kişinin ancak kıldığı namazın bilinçli olan kısmının kendisine faydası vardır.” buyrulmuştur. (bkz., Gazali, I, 165) “Namaz kılan, alçak sesle Mevlâ-i Müteâl ile konuşmaktadır.” (Buhari, Salat, 33; Müslim, Mesâcid, 54) Bir kimse bir âmirin, bir sultanın, bir devlet başkanının, bir komutanın yanında iken ve onunla konuşurken nasıl kendine çekidüzen verir, dikkatli ve saygılı davranırsa, Mevlâ’sına hitap ederken de o kadar, hatta çok daha fazla edebli, terbiyeli, dikkatli, saygılı ve şuurlu olmalıdır. Namazda huşû’, hudû’ ve kalb huzuru budur. Mü’mini kötü huylardan arındıran ve ona iyi ahlak edindiren namaz da, bu nitelik olan namazdır. İnsan kıldığı namazın en küçük bir zaman parçasında, bir ânında bile huşû’ halini yakalarsa bu bile çok önemli ve gayet değerli bir şeydir. (Gazali, I, 167) Hâsılı, namazın ruhu, sırrı, hikmeti ve özü, huşû’ ve kalb huzurundan ibarettir. (Serrac, Luma, 203-9, İbnü’l-Cevzi, 60) Namazda huşû’, namaz kılan kimsenin sağında ve solunda kimin bulunduğunu fark etmeyecek şekilde kendini tümüyle Rabb’ına vermesidir. (Kuşeyri, 340) Veysel Karanî namazdaki huşû’u, “Vücuda ok saplansa, bunun acısının hissetmemektir.” diye tarif eder. (Atar, Tezkire, 26) Ebû Süleyman Darani’ye göre huşû’, dürüstlüğün süsüdür. (Sülemi, 81) Huşû’, Rabbı müşahedede, kalbe gelen bir erime halidir. Tecellî eden Sultan’ı karşısında, kalbin erimesi ve etkisiz hale gelmesidir. (Serrac, 203-9) Huşû’, tecelli eden hakikatle birden bire karşılaşan kalbe aniden gelen bir titreme ve ürperme halidir. Huşû’, galeyana gelen heybet hissinin habercisidir. (bkz., Kuşeyri, 341-42) Ebu Tâlib Mekki, huşû’ ehlinin namazı hakkında geniş açıklamalar yapar ve, namazı huşû’ ile kılmak evliyânın sıfatıdır, der. (Kut’u’l-Kulûb, I, 194–201; Sühreverdî, 304, 324) Hâce Abdullah Ensâri, huşû’n üç mertebesi olduğunu söyler. a. Allah’ın emrine itaat, hükmüne teslim olmak ve Hakk’ın nezâreti altında olduğunu düşünüp alçak gönüllü olmak. b. Nefsten âfet gelir, diye kaygılı olmak, kendini başkalarından büyük görmemek. c. Hakk’ı temâşâ halinde hürmetkâr olmak. (İbnü’l-Kayyım, I, 557) Namazda huşû’ ile tâdil-i erkân arasında bir bağlantı vardır. Ta’dil-i erkân, namazı âdâb ve erkânına uygun bir biçimde; kıyam, rukû, secde, kavame, kaade gibi hareketlere ve kıraat gibi okumalara ve dualara hakkını tam olarak vererek kılmaktır. Ta’dil-i erkân, Ebû Hanife ve İmam Muhammed’e göre vâcib ise de İmam Ebu Yusuf’a göre farzdır. Fıkıh âlimleri ta’dil-i erkân deyimi ile, kılınan namazın şekil ve görünüş itibariyle eksiksiz ve kusursuz olmasını kasd ederler. Kılınan namazın şeklen tam ve mükemmel olması iyi bir şey olmakla beraber bunun kalbteki huşû’ ve hudû’ hissinin eseri ve sonucu olması, dışın içe uygun olması halinde anlamlı olacağı hususu daha önemlidir. Aksi halde işe, riyâ ve nifak karışır. Hz. Huzeyfe, “Huşû’daki nifaktan sakının.” deyince sordular, “Bu ne demek?” Dedi ki: “Beden huşû’ halinde görünür ve kalbte huşû’ olmazsa buna huşû’da münâfıklık denir.” Bundan dolayı Hz. Ömer, başını önüne eğen kişiye, “Kaldır başını, huşû’ orada değil, kalptedir.” demişti. (İbnü’l-Cevzî, I, 559) Namazı, âdâb ve erkânına uygun bir şekilde tam ve mükemmel bir tarzda, yani ta’dili erkânla kılmak veya kılmaya çalışmak, kalpte huşû’ hissinin meydana gelmesine yardımcı olur. Bu, sonuçtan sebebe gitme gibi bir şeydir. Kalpteki huşû’ hissinin bedende belli olması ve dışa vurması ise sebepten sonuca gitmeye benzer ve aslolan da budur. Buna rağmen namazı şekil itibariyle dikkatle, hassasiyetle ve özenle kılmanın kalpte huşû’ hissinin vücud bulmasına, bu his varsa güçlenmesine yardımcı olacağı muhakkaktır. Ve bir nifak ve riya da değildir. İbn Arabi’ye göre huşû’, kula âit bir makam olup, iyi kulların dünyadaki iyi vasfıdır. Âhirette ise kötülerin vasfı olacaktır. Namazda huşu sahibi olanlar felaha ereceklerdir. Allah Teâlâ günahkârlardan bahsederken, “O gün kişilerin ödü patlar ve gözleri huşû’ halinde olur.” (Nâziat, 79/8-9) Yani, şaşkınlıktan, gözleri belirir, bakakalırlar, donakalırlar. (bkz., Kalem, 43/68, Meâric, 70/44, Kamer, 54/7), (el-Futuhâtu’l-Mekkiyye, II, 255) Mü’minlerdeki huşû’, Allah Teâlâ’ya duyulan ta’zim neticesinde mü’minlerin gönüllerinde İlâhi tecellîden hâsıl olur. Kâfirlerinki ise korku ve kahirden hâsıl olur. (Hakim Tirmizi, 425; Ankaravi, 160) Allah Rasûlü (s.a.v.), huşû’ sahibi idi ve bu hususta da mü’minlere örnekti. Namazdan evvel okuduğu duada, “Allah’ım! Kulağım, gözüm, iliğim, kemiğim, sinirim Sana karşı huşû’ halindedir.” derdi. (Müslim, Müsâfirîn, 201; Ebû Davud, Salat, 119) Huşû’ hâli, iliklerine ve ruhuna işlemişti. Şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Huşû’ hissi bulunmayan bir kalpten Sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73; Tirmizi, Daavât, 68) Huşû’ duygusundan mahrum bir kalp; katı, kara, zorba ve acımasız bir kalptir. Kalbinde huşû’ hissi bulunan bir kul merhametli, mütevazı, şefkatli, hoşgörülü, mûnis ama aynı zamanda vakûr, ciddi, güven telkin eden heybetli bir kişidir.
bugün 21 ziyaretçi burdaydı
© 2014 İnternetkurdu | Tüm Hakları Saklıdır | TK-Renkli V2
Kod dostu Tasarım sepeti 
Salih Toy Hitini arttır 
Forum of bs Futbol haberleriniz 
Pima oyun  Link Takas 
Tasarım kurdu  Link Takas 
Link Takas  Link Takas 
Sitemizin bedavasitem'e kayıt tarihi : 18.09.2013 olsada asıl yayına 31.05.2014 tarihinde girmiştir. Sitemiz üyelerimize ve ziyaretçilerimize doğru bilgiyi vermek eğlendirirken öğretmek internetten internetkurdu ile yararlanmasını sağlamak amacıyla kurulmuştur

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol